15 –16 HAZİRAN’LARI YARATMAK
“İşçi önderi Kemal Türkler’ e mektup”
Sevgili Üstat, yine bir 15–16 Haziran yaklaşırken, beynimde birikmiş soruların cevabını almak için seninle dertleşmek istiyorum. Anlatacaklarım ile de seni üzersem şimdiden beni bağışlamanı istiyorum. Bu günden geriye dönüp baktığımda, yaşadığım yeni yıldan ve bu yeni yılı böyle içi boş, anlamsız ve yaşamayı değmez kılan, duruma getirenlerden nefret eder hale geldim. Tabii bunda bizim payımızda yok değil, bu durumda azda olsa bizde suçluyuz. Ama açık, açık çıkıp bizimde suçumuz var demekten kaçıyoruz. Yani öz eleştiri vermeye de yanaşmıyoruz.
Üstat, aslında, sana bu 15–16 Haziran da daha iyi ve güzel, olumlu gelişmeleri anlatmayı isterdim. Ama inan, o kadar bırakıp gittiğin günden gerideyiz ki, anlatacağım tek güzel şey yok. Kısacası, ne senin zamanında ki sendika var, nede, önderi olduğun tutarlı ve sağlam karakterli işçi var. Üstat, yine buna rağmen işçilere kızamıyorum, kızmaya da hiç hakkımızın olmadığını biliyorum. Çünkü işçi sınıfını eğitecek, onlara önderlik edip, öncülük edecek ne bir sınıf sendikası nede sınıf partisi var.
Şimdi, geriye dönüp baktığımda, 15–16 Haziranlara gidilen veya öyle bir çıkışa neden olan yasanın, belki de yüz misli daha kötüsü ve işçi kıyımına neden olan yasaların bugün uygulamaya girmesine, neden sesiz kalınıyor, neden yeni 15–16 Haziranlar yaratılıp da, bu köleleştirme yasalarını geri aldırma girişiminde bulunulmuyor, anlamışta değilim. Anladığım tek şey var, sınıfı harekete geçirecek öncünün olmadığı. Kendini sınıfın partisi kabul eden, sistem içinde yer alan sol partilerden de hiç mi hiç ses yükselmiyor. İşçi sınıfını sokağa dökecek tek bir hareket bile yok. Bunlar nasıl işçi sınıfının partisi onu hiç anlamadım.
Sevgili üstat, yeri gelmişken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Sınıftan uzak, kendine sınıfın partisiyim diyen, yeni ve bu sistem içinde, geçmiş TKP’ nin mirasını sahiplenen korsan bir T.K.P doğdu. Bunlar, geçmişte ki şanlı TKP’ nin mirasına sahibiz diyorlar, işçi sınıfının öncü partisiyiz diyorlar, ama sistemden de kopamıyorlar. İşçi sınıfının yanından dahi geçmeye cesaret edemiyorlar. Eğer cesaretleri olsa idi Bir mayısı işçi sınıfından ayrı bir alanda yegâne başına kutlamazlardı. Bu kendini işçi sınıfından soyutlamak değil de nedir. Bu nasıl T.K.P; söylesene. Üstat, böyle mi idi 15–16 Haziranları, mes grevlerini yaratan ve DGM’ leri dize getiren DİSK’ in yanında ki sınıfın partisi, ya da, sistem içerisinde, yasalar çerçevesinde mi kurulmuş idi 10 Eylül 1920 de Bakü de kurulan sınıfın öz be öz partisi TKP.
Üstat, sınıfın partisi olmadığı gibi, kendine öncülük edip şahlandıracak sendikada yok. Sendikalar, başlarında ki yöneticilerin yanlışlarından işçileri kendilerinden uzaklaştırıyorlar. İşçiler, şimdiki sendikalardan nefret eder duruma geldi.
Üstadım, ben bir komünist olarak otuz sekiz yaşımda sendikalı oldum, sizlerin döneminde sınıfın göz bebeği olan, vurduğu yerden ses getiren, kısacası başarıdan başarıya koşan sınıfın sendikası ve seninde başkanı olduğun maden işin devamı olan bir sendika, bu sendikaya işçi sendikası demeye bin şahit gerek. Eğer sen, bu gün bu sendikanın durumunu görmüş olsaydın ilk tepkiyi gösterende sen olurdun. Tabii ki bura da suç sendikanın değil, başında ki yöneticilerin. Mercedes’li, Jaguarlı sendika ağalarının. Böyle vahim durumlar olunca da, benim sendikalı iş hayatım yalnızca iki ay sürdü. Yöneticiler eylemi kırınca patronda bizleri işten attı, sendika yöneticileri de bu olayı sadece seyretmekle yetindi.
İşte böyle üstat. Böyle mi yazılmıştı 15–16 Haziran destanı? Bu yöneticilerle mi hazırlamıştınız bu büyük eylemi? Tabi ki hayır! O gün sınıfın bilincinde olan sizler gibi sendikacı üstatlar ve sınıfın partisi TKP vardı. Böyle doğmuş idi o büyük zafer.
Komünist Ozan
Anektod
Bu gün 8 Şubat 2015 ve biz ailece Kadıköy de diktatörlüğe dur de mitingindeyiz. Eşim ve ben bu tür eylemliklere ve kalabalık mitinglere aşinayız, ama oğlum Suphi yeni, yeni ısınmamaktadır. Daha önce onunla Taksim’e 1 Mayıs mitingine gitmiştik. Sanırsın yıllardır bu mitinglerde büyümüş gibiydi. O kadar çok sevmişti ki bu eylemlikleri, bir saniye yerinde duramıyordu. Kıpır kıpırdı. Hiç ara vermeden sloganlara eşlik ediyor, buda benim hoşuma gidiyordu.
İşim nedeni ile son dönemlerde mitinglere sık gidemiyordum. Sadece Pazar günü veya senelik iznime denk gelen mitinglere gidebiliyordum. Bu mitingde Pazar gününe denk geldiği için ailece gidelim dedik. İyi de oldu. Kadıköy Meydanı hınca hınç dolu idi. Onca insanda öfke içinde idi. Baskı ve ayrıştırmalara karşı başkaldırı öfkesiydi. İnsani haklarıma ve özgürlüklerime dokunma demenin öfkesiydi.
İnsani değerler, insanca yaşamda olur. Ne diktatörlüklerde ne ümmet toplumunda! Özgürlüklerimiz olmadan da insanca yaşamak olmaz. Diktatörlüklerde ve ümmet toplumlarında da ne özgürlükler, ne demokrasi vardır. Bu iki kavramda insanca yaşamanın olmazsa olmaz koşullarındandır.
DURSUNOĞLU ALİ
NEDEN YUH?
Büyük usta Âşık Nesimi Çimen, Sivas'ta yanmadan önce halkın karşısına çıktığında, şöyle diyordu."Halk ozanı, halkı hiç bir zaman eğlendirmez. Halk ozanı, halkı düşündürür, eğer düşünebiliyorsa bu halk... Ben burada size salt türkü söylemiyorum. Ben size mesaj veriyorum, mesajımı dinleyin" * diyordu.
İşte ben Nesimi Çimen'e ve onun gibilere ozan derim. Halkı uyandırmayan, halkına mesaj vermeyen ozana da ozan mı derim... Çünkü halk ozanı, halkı ile iç içe yaşayandır. Yani düzene kulluk etmeyendir. Düzene yaltaklık edene, düzene boyun eğene ve sözcülüğünü yapan ozana da ozan mı derim. Yeri gelmişken aktarmakta yarar var. Üstat Nesimi Çimen şöyle diyordu: "Her düzen, halkla halkın ozanı arasına duvar koyar. çünkü halk ozanı düzenin ihanetini, zulmünü, açığını söyler. **
Üstadın yukarıda söylediği ne kadar doğru ve yerinde bir tanım, ama bu tanıma uyan, yada böyle kendini hisseden kaç tane ozan var. Kaç tane ozan kendini bu tanımlamanın içine koyabilir. Bende tam bu noktada, kendini bu tanımın dışında gören ozanlara halkın ozanı mı derim. Halkı ile ozanı arasına duvar ören, onları bir birinden koparmaya çalışan düzene başkaldırıp sesini yükseltmeyen ozanlara ozan mı derim. Ve diyorum ki, yaşadığı topraklar üstünde gelişen toplumsal olaylara kulağını tıkayıp, halkına kulak vermeyen, düzenden yana tavrını koyana ozan mı denir. Maraş'lara, Çorum'lara, Kızıldere'lere, Gazilere, Sivas'lara ve ölüm oruçlarına kulağını tıkayan, tavrını koymayan, başını kaldırmayanlara ozan mı denir. Bu toplumsal olaylara duyarlılık gösterip karşı koymayan ozanlara bu sıfatı kim verir. Halkına sırtını dönerek, halk ozanıyım diyene bu sıfat yakışır mı? diyorum. Bunca zulme, kıyıma, vahşete, haksızlığa karşı yinede düzenle barışık yaşayan, onların sözcülüğünü yapan ozanlara, ozan demek doğru olur mu?
" Ben yönetenlerin horladığı, ama halkının bağrına bastığı ozana ozan derim." *** Yukarıda alıntısını verdiğim Aşık Mahsuni ozanın tanımını şöyle yapıyor. " Halk ozanı, halkın dertleriyle haşir neşir olan, sorunlarını, isteklerini, duygu ve düşünce sevilerini kısa ve öz sözlerle anlatandır. "**** Ustanın yukarıda yapmış olduğu tanımı açarsak, halkın dertleriyle haşir neşir olan diyor. Peki, öyleyse geçmişte ve günümüzde 3-5 ozandan başka kim bu tanıma uyuyor. Yâda kim halkın arasına inip duygu ve düşüncelerine tercüman olup ona yol gösterip öncülük ediyor.
Bir TV kanalında, kendine halk ozanıyım diyen birisi, eline sazı alanı, ya da biraz sesi güzel olanı ozan diye programa çıkartıyor. Buda yetmez gibi gelenek diye bunlarla atışıyor veya atıştırıyor. Bu atışma esnasında söylenen sözlerin hangisi yukarıda yapılan tanımlamaya uyuyor. Yada edebi değer taşıyor, halkın sorunlarına aydınlatıcı ışık tutuyor. Bu kendine ozanım diyen şahıslar, hiç bir toplumsal olaya tek satır söz söylemezken, ( Sivas olayları, gazi olayları, ölüm oruçları) yine bu kanal aracılığıyla devlete, gericiliğe methiyeler düzmeyi de kendilerine görev sayıyorlar. Buda yetmez gibi TV kanalının sahibini de göklere çıkarmayı unutmuyorlar. Ve bu kadar halktan kopuk, halka dair bir çift sözleri olmayanlar, çıkıyorlar halk ozanıyız deyiyorlar. Halk ozanı, halkı için var olandır, yönetenler ve sermayederler için değil. H alk ozanı, halkı için tüm zorluğu göğüsleyendir, sonunda ipte olsa(Pirsultan Misali)
Bu tanımını saydığım ozanlar, halkın yanında olup halkına öncülük eden ozanları anarşistlikle suçlarken, büyük Usta Mahsuni de bu cezalar bana şereftir diyor. Doğru olanı da budur. Kendine halkın ozanıyım, onun gözüyüm, kulağıyım diyorsan, o kutsal saydığı halk için yeri geldiğinde ceza çekmeyi bilmelidir ve bunu da Mahsuni gibi şeref saymalıdır. Bir kere kendine halk ozanıyım diyenlerde, "Pir Sultan'lar, Kör Oğlu' lar, Seyraniler,"***** günümüzde de, İhsani'ler, Mahsuni'ler, Şah Turna'lar vb. gibi çağlar ötesine uzanabilmek için halkın ve onun çıkarlarını savunanların yanında olmak zorundadırlar.
Kısacası Halk ozanlığı öyle kolay yutulur lokma değildir. Yani halk ozanıyım derken, asılmayı da göze alacaksın, yüzülmeyi de. Bunları göze almadan kendine halk ozanıyım, insanım diyenlere yuh olsun, yuh olsun.
-----------------------------
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
* Ateşte Semaha Durmak /Ali Yıldırım
** A.g.e.
*** Anadolu'yu kucaklayan ozan Mahsuni Şerif /A. İhsan Aktaş
**** A.g.e.
***** Halk şiirinde gerçekçilik / Rıza Zelyut
Komünist Ozan
ŞİİRİN DİLİNDE SOSYALİZM
Türk halk edebiyatını başlangıcından 16.yy. geldiğimizde bir isyanın, başkaldırının ve karşı duruşun var olduğunu görürüz. Bu karşı duruşun öncüsü de Pirsultan Abdal'dır. Halkı için ölümüne mücadele eden, zalim Osmanlının feodal yapısına başkaldıran bir yiğit ozan. Kendi mutluğunu değil halkının mutluluğunu düşünen, Osmanlının baskısından halkını kurtarmak için öncülük eden yiğit halkın ozanı. Bu mücadelenin sonunda dara gideceğini bilerek. Ama bu yüz yılda, kendini saraya kapılanmış ozanlarda vardı. Saraydan nemalanan, ama bu günlerde onların isimlerini bilen yok. Fakat Pirsultan öylemi? 16.yy. bu güne anılarak, bayraklaşarak geldi. Daha yy. boyu da anılacak, gerçek halkın ozanına öncülük edecek. 16.yy. ve sonrasında günümüze ışık tutan, kavgamıza yol gösteren iki ozan daha vardır Köroğlu ve Dadaloğlu, bu ozanlarımızda kendi menfaatlerinden vaz geçip, halkın mutluluğu ve refahı için Osmanlı ile her daim mücadele içinde olmuşlardır. Bazı ozanlarda sarayı karşısına almayıp, yönetenler ile arasını hoş tutup gününü gün etmişlerdir. Bu iki noktayı ayırmadığımız sürece konumuza vakıf olamayız. Yukarıdaki soruya cevap verirken ozanlarımızın mücadeleci yanlarını görmezden gelip, Dadaloğlu ile iktidar yanlısı ozanları aynı kefeye koyarsak yanlış yaparız. 20.yy. birçok adından söz ettiren ozan oldu. Bunlardan en öne çıkanı Âşık Veysel idi. Fakat bu büyük ozanımız pek devlet ile arasını açmayı düşünmedi. Bizim eleştirimizde bu noktada sanatsal yanına hiçbir diyeceğimiz yoktur. Fakat o sanatsal gücünü daha çok halktan yana kullanmasını beklerdik. 1960-1970'li yıllara gelindiğinde emperyalizme ve onun kapı uşağı faşizme karşı yoğun bir mücadele vardı. Bu mücadele sınıf mücadelesi idi. Çoğu halk ozanı bu mücadelede yerini aldı. Bunların başında da Âşık İhsani geliyordu. İhsani ömrünü halkının özgürlüğü için bu mücadeleye adamıştı. Mahsuni sınıfsal olmasa da halkı için zindanlardan payını alan ozanlarımızdandı. Çünkü her zaman iktidarların karşısında idi. Bu ozanlarımızın karşısında Osmanlıda olduğu gibi kendini devlete kapılayan ozanlarda vardı. İhsaniler, Şahturnalar, Zamanileri, Emekçiler, Mehmet Koç halkı için sürgünlerde yaşamıştır. Her iki noktayı iyi ayırmak gerek. Buradan hareketle, günümüzün şu sıkıntılı ve faşist baskılarının yükseldiği dönemde, yine halkını uyarmak onun ozanına düşer. Yani kendine halkın ozanıyım diyenlerde, bu faşizan baskıların, gerici eylem ve söylemlerin karşısında sosyalist söylemleri ve dizeleri ile seslerini yükseltmelidirler. Tarihe sessiz kalmadıklarını not düşmelidirler. Onun için diyoruz ki, Biz İlerici, Devrimci Ozanlarız! Sazımız, sözümüz, işçi sınıfımız, ezilen halklarımız için devrimci bir eylemdir. Halklarımıza sevgimiz, sınıf düşmanına (burjuvaziye) kinimiz derindir! Yolumuz işçi sınıfının, ezilen halklarımızın devrimci savaş yoludur. Felsefemiz diyalektik materyalizmdir. Doğayı seviyoruz, insanın insanı sömürmesine karşı koyan insanları çok seviyoruz. Feodalizme karşı sözünü esirgemeyen Pir Sultan Abdal'ın, Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun ve kapitalizme-emperyalizme karşı savaş açan Âşık İhsani'nin, Nazım Hikmet'in devrimci yürekleri yüreğimizdir. İlerici, devrimci ozanlarımızı aramıza görmeyi istiyoruz! Gelin dostlar, hoş gelin, sefalar getirin! Gül ile bülbül ile çiçekle, böcekle zaman kaybedecek zaman değildir. Duyarlı ozanlarımızı halk şiiri kalıpları içinde yazılmış, halkın mutlu yaşamı sosyalist düzeni anlatan şiirleri ile aramızda yer almalarını bekliyoruz.
Komünist Ozan
Başa Dön